"Kültür ve Medeniyetimiz Üzerine Düşünceler" kitabından
Slussen durağında inip Götgatan caddesinden
yukarı çıkıyorum. Hava sekiz derece, güneş bir
görünüp bir kayboluyor. Bizim şarkılarımızı
söyleyen bir İsveçliyle karşılaşıyoruz. “Bir Dünya
Bırakın Biz Çocuklara” ve “Ilgaz Anadolu’nun Sen
Yüce Bir Dağısın”ı söylüyor. Birkaç yıl önce
İstanbul’da da görülen karabaş martılar
buralarda fink atıyor. Stockholm Merkez Camii’ne
uğradıktan sonra Katarina Kyrka tarafına
yöneliyorum. Anna Lindh’in mezarı da
buradaymış. İsveç’in sosyal demokrat başbakanı
Olof Palme 28 Şubat 1986 gecesi eşi ve oğlu ile
sinemaya gitmişti. Evine dönerken uğradığı
suikast sonucu öldürüldü. Düşünebiliyor musunuz,
bir başbakandı ve yanında herhangi bir koruma
yoktu. Ne yazık ki 17 yıl sonra İsveç’in sosyal
demokrat dışişleri bakanı Anna Lindh de
Stockholm’ün merkezindeki Nordiska Kompaniet
mağazasının bayanlar bölümünde alışveriş
yaparken bıçaklanarak öldürüldü. İsveç gösterişi
sevmeyen iki siyasetçisini
karanlık güçlere kurban vermişti. Olof Palme öldürüldükten sonra Lindh’e koruma konusunda
ısrar edilmeliydi. Tarihimizin üç büyük baskınında
sahilde demirlemiş Osmanlı gemileri toplu bir
şekilde imha edildi. 1770’te Çeşme’de, 1827’de
Navarin’de, 1853’te Sinop’ta, özellikle ilk ikisinde
donanmamız büyük ölçüde imha edildi.
Çeşme’den ders alınsaydı Navarin Baskını ve
Sinop Baskını olmazdı.
Avusturya imparatoriçesi
Sisi’yi bir 10 Eylül günü Luigi Lucheni öldürmüştü.
2003’te yine bir 10 Eylül günü İsveç dışişleri bakanı
Anna Lindh’e Mijailo Mijailoviç suikast yaptı.
Yugoslav içişleri bakanı Draşkoviç’i Alija Alijagiç,
Üzeyir Garih’i Yener Yermez öldürdü. Ama misalen
Garih’in 11 bıçak darbesiyle öldürülmesini dikkate
alırsak bu isimlerin kafiyeli olmasının tesadüf
olmayabileceği de düşünülebilir. İsveç Kuran
yakma eylemiyle gündeme geliyor. İsveçte veya
başka ülkelerde Kuran yakılmasını hoşgörenler
şunu bilmeli. Avrupa tarihi Ariusçular gibi,
Katharlar gibi, Hus gibi, kuzeyde yaşayan
Katolikler gibi önce kitapları sonra kendileri
yakılan kimselerle, gruplarla dolu. Kitap yakmayı
hoş görürseniz bu iş kitap yakmayla kalmaz.
Kungsträdgården’da bulunan XII. Karl’ın heykelinin
yanında oturup filtre kahve içtik. XII. Karl iki
kültürü yakınlaştırmış biri... Dönüşte metro
durağında SL karekodunu turnike ekranına
okutmaya çalışırken Türkçe konuşan burma bıyıklı
yaşlı görevli buradan buyurun, ben Türkleri çok
severim diyor. Nacka’da yaşlı bir hanım benim
çocuğum yok deyip çocuklarımıza hediye almak
istiyor. O da “eski” biri. Avrupa’yı kasıp kavurmuş
Vikinglerin torunları ama dünyanın en nazik
insanlarından bir kısmı burada. Ülkesinde modern
tarihçiliğinin babası kabul edilen Profesör Sven
Lagerbring ta 1760’larda İsveçlilerin kökeninin
Türklerle birlikteliğinden bahsetmiş biri. Odin’in
“Herwarar’ın Hikayesi”nde Tirkiar (Türkler) ve
Asiemaen (Asyalılar) olarak isimlendirilen büyük
bir halkın lideri olması, Runik yazının Norveç’ten
Orta Asya’ya, Orhun Yazıtları’na kadar geniş bir
coğrafyada görülmesi yeterince araştırılmış
konular değil. İki dildeki Ata - Ätt, Borçlu - Borgen,
Göl - Göl, Göm - Göm, Siper - Spär, Hal - Hälsa,
Hakan - Håkan, Kaan - Konung, Hey - Hej, Hayda
- Hejdå, Kiler - Källare, Köy - Koja, Kandil - Kyndil, Mana - Mena, Nam - Namn, Şen - Shön, Su - Sjö,
Tepe - Top, Kaz - Gås, Kule - Külle, Gülle - Kula, Erlik
- Ärlig sözcükleri gibi benzeşimler var. XII. Karl
döneminde kahve, köttbullar (köfte), kåldolmar
(lahana dolması), kalabalik gibi kelimeler İsveççeye
geçmiş. Bugün toplamda on milyonluk bir ülke...
Yüz binin üzerinde bizden göçüp İsveç’e yerleşmiş
kimse yaşıyor, Kaç İsveç uzmanımız var? Adile
Ayda’nın İtalya’da yaptığı işi yapan biri mesela...
Hangi çalışmalar yapılmış? Bir genel İsveç tarihi
kitabı var mı Türkçede? Bunlar önem taşıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder