30 Temmuz 2015 Perşembe

Building a city or a civilization

Türk Yurdu, July 2015

Last month's popular argument was a project of the Republican People's Party, about building a new city in Anatolia. The "Merkez Türkiye" aims building a central logistics base [1]. But culture, education and ecology have neglected in the project. It does not even mention.

The correlation between income and humanity is not strong. We have to handle both together. Our exports can increase, the value of our Lira can increase... But which project will increase the value that we give each other? We should work on this. The cities are shaping our souls, so we should create better environments, with all its meanings. If we realize, we cannot say economy comes first and then the others. Environment or culture...

So, which project can increase the value that we give each other? We neglect this, we don't have a vision...

In 2009, we had a proposal about building a rational city from scratch [2]. We started with that: Our workplaces, residences, environments have negative conditions. People living in metropoles have traffic costs, such as wasted time, stress and air pollution. That can be the the economic reason of building a rational city from scratch.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Bir kent ya da bir medeniyet inşa etmek

 Türk Yurdu dergisi, Temmuz 2015


Geçen ay en fazla tartışılan konulardan birisi CHP’nin seçim vaadi olarak Anadolu'da yeni bir şehir kurma projesiydi. "Merkez Türkiye adlı bu proje bir lojistik üssü kurulmasını öngörüyor[1]. Burada maalesef kültür, eğitim ve ekoloji öncelenmiyor. Hatta bunlardan bahsetmiyor. 

Gelir artışıyla insaniliğin artışı arasında yeterli korelasyon yok. İkisini beraber ele almalıyız. Tabii ki ihracatımız artsın, Türk Lirasının değeri artsın. Peki, hangi siyasal proje insan olarak birbirimize verdiğimiz değeri arttıracak? Bunu araştırmalıyız. Yaşadığımız şehirler ruhlarımıza şekil veriyorsa ki, veriyor… O halde biz bütün anlamlarıyla “çevreyi” özenle oluşturmak zorundayız. Bunu tespit edebiliyorsak önce ekonomi sonra kültür; önce ekonomi sonra çevre de diyemeyiz. 

Hangi siyasal proje insan olarak birbirimize verdiğimiz değeri arttıracak? Bu ihmal edildiği için küresel bir çöküş yaşanıyor. Batı’da da, bizde de insaniliğin arttırılmasına yönelik yeterli bir politika yok. 

29 Mayıs 2015 Cuma

Kültürü öncelemek

Çek Cumhuriyeti'nin eski cumhurbaşkanı Vaclav Havel'in ölmeden iki yıl buçuk önce, 26 Mart 2009'da Yaratıcı Avrupa Forumu'nda yaptığı konuşmaya kulak kabartalım. Melis Alphan'ın köşe yazısında konuşmadaki Marksizm eleştirisi kırpıldığı için çeviriyi yeniden yaptık:

“Kültürün tabiatı gereği ekonomik bir boyuta veya ekonomik etkiye sahip olduğuna inanırım. Bir şato anlamlı ve estetik bir renovasyon geçirip ziyaretçilere açıldığında birkaç sezonda yatırım maliyetini karşılar. Para geri döner ve yeni kaynaklar da yaratılır. Bu, kültürün ekonomiye başlıca, en basit ve doğrudan etkisidir. Ama bence kültürün en az bunun kadar önemli iki etkisi daha bulunuyor.

İlk olarak ekonomiye dolaylı bir faydası var. Bununla neyi kast ediyorum? Dünyanın üretilmesi, insani ilişkilerin üretilmesi ve anlamlı topluluklar oluşturmaktan bahsediyorum. Bu, kültürün sahip olduğu bir şey. Ama hiçbir muhasebeci bu kültivasyonun değerini ölçemez. Dolayısıyla bunun ekonomiye doğrudan etkisini ölçmek mümkün değil.

Bence kültürün en büyük etkisi ekonomik anlamda değil. İnsanoğlunun gerçekten insan olması için ruha, manevi bir hayata ihtiyacı var. İnsanoğlu farkındalığın, merakın ve bilgiye ulaşma arzusunun taşıyıcısı...

İnsanlar kendilerine galaksimizde kaç yıldız olduğunu, evrenimizde kaç galaksi olduğunu sorar. Bunu neden soruyorlar? Çünkü merak ederler ve bilgiye ulaşmayı arzularlar. Bu, insan yaradılışının bir parçasıdır. İnsanların doğasında yaratıcılık da vardır. Bu işe tek kuruş ayırmayan bir ülkenin bile, sırf insanlık onsuz yaşayamayacağı için biraz kültürü olduğuna inanırım. Çünkü bu, insan doğasının parçası ve de insanın kimliğini teşkil eden şeydir.

İnsanların neden kültüre ihtiyacı olduğunu sormak, insanın neden insan olduğunu sormakla aynı şey. Veya dünyanın niye dünya olduğunu sormak gibi… Böylece kültür kişinin ve insanlığın kendini tanımlama biçimi olarak var oluyor ve böyle de devam ediyor.

Prag’a ilk kez gelenler bu şehre dev bir katedralin hakim olduğunu fark emiştir. Ben cumhurbaşkanlığı makamına komşu olmasından ötürü bu katedralle 13 yıl temasta olma şerefine ulaştım. Bu katedrale birçok kez bakıp aynı soruyu sordum. Üzerinde gereğinden fazla bir sürü şey var, süslemeler, abartı ve renkler. Ve çok yüksek değil mi?

Katedrali yapanların amaçladıkları neydi? Nasıl bir ekonomik getirisinin olacağı düşünülmüştü? Tabii ki bir ekonomik getiri düşünmemişlerdi. Ama yine de inşa ettiler ve bence bunun nedeni toplumun kültür yaratıcılığı, ortak değerleri paylaşması ve yukarıdakine olan saygıydı. Dünyanın gizemine ve varoluşun gizemine saygıydı. Ve cennete işaret eden o süslü parmak, böyle bir yapıyı inşa etmek büyük bir savurganlık olsa da, insanlığın ifadesiydi. Eğer bir ekonomik faydası olduysa bu ancak yüzyıllar sonra ortaya çıktı.

Prag dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin hayran kaldığı tarihi bir çekirdeğe sahip. Bu çekirdeğin çevresinde 19’uncu yüzyılda inşa edilen banliyöler var. Ve son zamanlarda bunun da çevresinde tuhaf bir halka oluşmaya başladı. Bunu nasıl tanımlayabileceğimi bilmiyorum. Şehir veya köy, tarla veya orman değil. Araziye tamamen saygısızca genişleyen bir şey. Bu tek katlı, kilometreler boyunca uzanan yapılar depo ve dolum-boşaltım merkezleri olarak kullanılıyor. Ve bunların arasında, üzerlerinde hiçbir şey olmayan, step ve tundrayı andıran büyük araziler var. Son 20 yılda ülkemizin büyük kısmı bunlarla doldu.

Biz dünyanın ve var oluşun gizemine katedralin üzerindeki helezon ve süsleri yapanlar gibi saygı duysaydık ülkemize, toprağımıza değer verir onu ziyan etmezdik; bu şekilde yapmazdık.

Bu sadece Prag’la ilgili bir durum değil. Küreselleşmeyle vücut bulup bütün büyük kentleri etkiliyor. Sadece bazı modern yerlerde zekice çözümler getirilmiş.

Konuşmamı sonuçlandırırken bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bizler geçmişte uzun bir süre varoluşun düşünceden önce gelmesi ile ilgili felsefe dersleri gördük. Ve ülkemizde ekonomik temelin birincil, insan hakları ve kültürün ise ikincil olması söz konusuydu. Bütün resmi belgeler, parti programları, hükümet programları ve sonra AB kurumlarının düzenlemeleri ilginç bir şekilde bu Marksist dünya görüşünü sürdürmüştür. Belgelerde önce ekonomi gelir sonra enerji, sonra tarım en sonda da anlamsız bir ilave olarak kültürle ilgili birkaç cümle yazılır.

Benim görüşüme göre varoluş düşünceden önce gelebilir. Fakat aynı zamanda düşünce de varoluştan öncedir. Şunu fark etmeliyiz ki varoluşun düşünceden önce geldiğine dair Marksist öğreti de uygulanmadan önce devlet tarafından “düşünülmüştü”.

Ekonomik anlamlardan önce insan haklarına, hukuk devletine, hukuka saygıya, yüzyıllar boyunca şekillenerek Avrupa’yı bir araya getiren manevi yapıya ilişkin olarak Avrupa Birliği organlarının resmi belgelerinin gözden geçirilmesine önayak olmanın bu konferansın büyük bir başarısı olacağına inanıyorum. Bunu şiddete karşı durabilen, özgürlük için tekrar tekrar mücadele edip gösteriler düzenleyebilen bir ruhla çok uzak olmayan bir zamanda on yıllar boyunca totaliter rejim altında yaşamış birisi olarak talep ediyorum".


“trrrrum
trak tiki tak
insanlaşmak istiyorum” diyor Havel, anlatabiliyor muyum?

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Öyle bir söz söyle ki dünyayı değiştir

2000’lerin başında Blaupunkt marka VHS videom sık sık bozuluyor ve sırayla Trabzon’daki bütün tamircileri dolaşıyorum. Ayasofya civarında ismini şimdi unuttuğum kilolu bir abimiz var. O tamir ediyor. En son İskenderpaşa camisinin bitişiğinde küçük bir dükkanı olan Şenol usta sayesinde TRT’nin yayınladığı Komiser Siska’nın bölümlerini kaydetmeye devam ediyorum. 

Şenol ustanın dükkanında sohbet ettiğim birisi bana şöyle söylüyor:

“Öyle bir söz söyle ki dünyayı değiştir”. 

2 Mayıs 2015 Cumartesi

Kozalağa tutunmak

2000’lerin başında Adapazarı Orman Bölge Müdürlüğü’ne uğramışız. Çocukluğumun önemli bir kısmının geçtiği sitede yıllar sonra yürüyüşe çıkıyorum. Yolda bir kirpi görüp bunun çocukken gördüklerimin yavrularından olduğunu düşünüyorum. Yolun kenarında bulduğum büyük kozalağa çam ibrelerinin şekil değiştirip sıkıca sarılmış olması beni düşündürüyor. Ağaçtan kopmuş ama kendinden olana sarılmış.

24 Nisan 2015 Cuma

Uluslararası bankacılık üzerine senaryolar

Diplomatic Observer, Nisan 2015

2009 yapımı “The International” isimli bir film var. Bu filmdeki banka bir suç örgütü ve 200 milyon dolar karşılığında füze takip sistemi satın alıyor. Akıllı bir gazeteci bu haberin peşine düşüyor ve öldürülüyor.“Savaşın asıl kıymeti yol açtığı borçlardır” ve “bankacılığın asıl amacı ülkelerin, insanların, hepimizin borca köle olmasıdır” mesajlarını veren filmdeki bankanın ismi IBBC. Bu isim para aklama, silah ve uyuşturucu ticareti yapılmasına aracılık ettiği için 1991’de kapanmadan önce sahip olduğu varlıklar bakımından dünyanın yedinci büyük bankası olan BCCI’ya gönderme yapıyordu.

1 Nisan 2015 Çarşamba

Scenarios for international banking

Diplomatic Observer, April 2015

Story of a bank, which is a criminal organisation, buys a missile tracking system for 200 million dollars is told in the movie "The International". A journalist investigates the IBBC bank and then he is murdered. The film have some messages like “wars' real benefits are debt creating” or “the aim of banking is to make us all slaves to debt”. IBBC's name was an allusion to BCCI, which had the seventh largest assets in the world when it was closed in 1991 for aiding money launder, illegal arms and drug trade.

The Turkish character in the film, Ahmet Sunay was selling a missile defence system to Israel while the missile system already been sold to Iran and Syria. Although BCCI had very little to do in Turkey, in the film, the president of the IBBC got killed in Turkey. For us, this is an interesting point.

Banks are very complicated structures. Therefore we can try to identify them from different aspects. Anıl Çeçen, a professor at the Faculty of Law of Ankara University, says that global firms have their own intelligence networks and they fight against states. He adds, the multinational companies' battle for raw resources and new markets has turned into wars against states". Pointing towards a hegemonic structure, Çeçen compares a bank which have branches in 80 countries, to a state with 80 embassies.