24 Nisan 2015 Cuma

Uluslararası bankacılık üzerine senaryolar

Diplomatic Observer, Nisan 2015

2009 yapımı “The International” isimli bir film var. Bu filmdeki banka bir suç örgütü ve 200 milyon dolar karşılığında füze takip sistemi satın alıyor. Akıllı bir gazeteci bu haberin peşine düşüyor ve öldürülüyor.“Savaşın asıl kıymeti yol açtığı borçlardır” ve “bankacılığın asıl amacı ülkelerin, insanların, hepimizin borca köle olmasıdır” mesajlarını veren filmdeki bankanın ismi IBBC. Bu isim para aklama, silah ve uyuşturucu ticareti yapılmasına aracılık ettiği için 1991’de kapanmadan önce sahip olduğu varlıklar bakımından dünyanın yedinci büyük bankası olan BCCI’ya gönderme yapıyordu.

Filmin Türk karakteri Ahmet Sunay füzeler İran ve Suriye'ye satılırken füzelerin karşı savunma sistemini İsrail hükümetine satıyordu. Gerçek banka BCCI’ın Türkiye ile pek alakası olmamışken filmde Türkiye ön plandaydı ve IBBC’nin başkanı Türkiye’de öldürülmüştü. "The International" ile ilgili aklıma takılan şey işte bu...

Bankalar gerçekten tuhaf yapılar. Bu yüzden onlara farklı anlamlar yüklemek hiç zor değil. Misal, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin genel kamu hukuku dersinde sürekli jeopolitik anlatan hocası Anıl Çeçen bu şirketlerin kendi istihbarat teşkilatlarının bulunduğunu ve devletlerle savaştıklarını söylüyor. "Giderek büyüyen ve çok uluslu hale gelen batılı tekelci şirketlerin ham madde ve pazar arayışları şirketler arası çekişmeleri devletler arasındaki savaşlara dönüştürmüştür" diyor. Hegemonik bir aygıta işaret ederken Çeçen 80 ülkede şubesi olan bir bankayı 80 elçiliğe sahip bir devlet olarak değerlendiriyor.

Bu işin geçmişinde bankerler var. Misal, Jakob Fugger önce I. Maximilian'ın güçlenmesini finanse etmiş sonra Şarlken'i imparator seçen elektör prenslere rüşvet olarak giden 850.000 guldeni vermişti. İmparatorluğun Bohemya ve Macar tahtlarını kazanmasını sağlayacak olan evlilikleri finanse etmişti. Albrecht von Brandenburg Papa X. Leo’nun birden fazla piskoposluğu elinde tutmasına izin vermesi için yaptığı bağışları Jakob Fugger’dan borç almıştı. Bu borç da endüljans satışıyla ödeniyordu. Fugger, Avrupa siyasetini etkileyen bir banker olarak öldüğünde 7 ton altına tekabül eden bir servet bıraktı. Bıraktığı iktisadi ve mali düzenin derin toplumsal etkileri oldu.

Bugün eski bankerlerin yerine manipülasyoncu yapılar geçti. Ortaçağ'da altın ve gümüş paraların uçlarının tırtıklanması (kippen) gibi bugünkü bankalar da bizim varlık ve hesaplarımızı tırtıklıyorlar.

Hatırlanacağı üzere kuzey komşumuz Rusya'da 90'lı yıllarda yüz civarında banka yöneticisi öldürülmüştü. Bu cinayetler bankaların idaresini elde etmek isteyenler tarafından işlendiğine göre konumuz daha fazla tefekkürü hak etmiyor mu?

Bir de şu faiz lobisi olayı var. Faiz lobisi iddialarını reddeden ekonomistlerden Atilla Yeşilada 1) Farklı ülkelerden menfaatleri farklı müşteriler değişik Türk menkul kıymetine yatırım yaptığı için, 2) Yüksek faiz yatırımcının işine gelmediği için, 3) Önde gelen global fonlar Türk piyasasında bulunduğu için, 4) Türkiye’de bankalar yüksek faizden zarar ediyor olduğu için "Yüksek Faiz Lobisi" gibi bir şeyin “teknik” olarak mümkün olamayacağını iddia etti [1].

Kanımca Yeşilada’nın öncelikle bahsettiği Güney Kore, Singapur, New York, Oklohoma ve Brezilya müşterileri küresel ekonomide baş aktör değil. Devamında bahsettiği diğer yatırımcılar, global fon ve bankalar da balina midesine girmeyecek şeyler değil; bize faiz lobisinin var olmamasıyla ilgili olarak nihai söz söyleyemiyor.

Odatv’den Mehmet Songur ise “Türkiye'de faizi belirleyen kurum Merkez Bankası'dır. Yani Türkiye'de faiz lobisinin olması mümkün değil” demişti [2]. Burada bir soru sormak gerekiyor. Acaba mümkün olmaması bu kadar basit mi?

LIBOR Skandalı'ndaki şeytani kurguyu hatırlayalım. Dünya çapında 350 trilyon dolarlık para piyasası, kredi ve türevler için temel faiz oranı olan LIBOR belirlenmeden yetkili bankalarla doğrudan iletişim kuran manipülasyoncular bu faiz oranlarını etkileyebilmişti. Manipülasyonların ABD Hükümetine zararının 6 Milyar Dolar civarında olduğu söylendi. En yüksek ve en düşük oranı veren 4 bankanın teklifinin hesaplamaya dahil edilmediği bir sistem manipüle edilebiliyorsa küresel ekonomide her şey mümkün değil mi?

Türkiye 1997-2002 yılları arasında bankaların içinin boşaltılması yoluyla yaklaşık 70 milyar dolar zarara uğratıldı.  Halbuki “Tunelling” adı verilen bu yolsuzluk yöntemiyle bizden önce başka ülkeler soyulmuştu. Biz ise bu soygunla ilgili tedbir alamamıştık. Sonuç olarak otuz yılda 1,5 trilyon dolar faiz ödeyen bir ülkede şüpheci olmak gerekiyor.


[1] Atilla Yeşilada: Yüksek Faiz Lobisi, AKP'nin Günah Keçisi
https://www.paraanaliz.com/portal/blogs/5/162/y-ksek-faiz-lobisi-akp-nin-g-n

[2] Mehmet Songur: Kim bu Başbakan'ın hedefindeki faiz lobisi?
http://www.odatv.com/n.php?n=kim-bu-basbakanin-hedefindeki-faiz-lobisi--0906131200




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder