(Çeviri: Mustafa Kadir Atasoy)
Hesperus yelkenli bir gemiydi
zangırdayan okyanusta yol alan
kaptanı güverteye kızını koymuştu
ikisi de bir kadere mecbur olmuştu
eğil bak gözlerine; mavi keten çiçeğini görmek için bak
yanağında sökecekmiş kızılca şafak
oydu mayısta hiç gelmeyecek yaz
ve alıç tomurcukları gibiydi, beyaz
şimdi dümenin ardında duruyor kaptan
ağzında piposuyla bekleyen gölge
fark etmişti rotasının saptığı bu bölge
batıda is ve sis, doğuda pus, duman
geçenlerde haber vermişti
İspanyola’dan gelen yaşlı denizci
gemisini limana çekmiş
bir kasırga çıkacağından söz etmişti
“şu ay, dün geceki haleli,
şimdi neden ortalıkta yok” dedi
piposunu tüttürdü kaptan
acı bir ifadeyle gülümsedi
rüzgar daha soğuk, daha sesli üfürdü
kuzeydoğudan o korkunç uğultuyla
gelmişti kar, okyanusa düştü
dev dalgalar köpürerek üşüştü
fırtına var gücüyle davranmıştı
tekne karşı koymaya çalışırken
titreyerek durdu korkmuş bir at misali
sıçradı palamarı uzunluğunca
“buraya gel, buraya gel küçüğüm
ne olur sakın korkma
üstesinden gelip atlatacağız
yenemeyecek bizi bu fırtına
paltosuyla sarmalayarak kızını
acı rüzgardan korumaya çalıştı
kırık direğin kesip halatını
onu pruvaya bağlamıştı
“babacığım çan sesi duyuyorum
söyle bana bu ne olabilir?
ancak bir sis çanı kayalıklardan
bizi okyanusa yönlendirebilir”
“babacığım duyuyorum top seslerini
söyle peki bu ne olabilir?
böyle havada bütün tekneler
dalgalar içinde kaybolabilir”
“ve parıldayan bir şey görüyorum
babacığım bir şey söyle”
ama cevap veremezdi babası artık
kaskatı bir cesetti o, ne yazık
dümene dolanmış ölü bir adam
göklere bakıyor gibiydi şimdi
fenerin ışığı aydınlatıyordu
o donuk ve karlı gözlerini
kız ellerini birleştirdi, dua etti
belki de tekneden kurtulabilirdi
Mesih’i anımsadı dalgaların durulduğu
Taberiye gölünde
karla karışık kapkaranlığın
ve kasvetin içinde kaybolan tekne
yelkenleriyle çarşaflı bir hayalet gibi
Norman’s Woe’ya sürüklenmişti
fırtına giderek azaldığında
tahtını uğultuya bıraktığında
sesler sustu, dalgaların
kayalıkları dövdüğü duyuldu
dalgalar bükülüyor, bir yay çiziyor
korkunç enkazı sürüklüyordu
içlerinden bir dev güverteyi aldı götürdü
mürettebatı sulara süpürdü
kızcağız da vurdu, vurduğu yere o bembeyaz
taraklanmış yün gibi yumuşak dalgaların
ama zalimdi, boynuzu gibi sivri kayalar
o kızgın boğaların
takır tukur öten tabutuyla, buzlu bir kefen
birkaç tahta kalmıştı güverteden
böyle bir şekilde kutsanıp battı
kükredi dev dalgalar kahkaha attı
şafak söktüğünde sahil boyunda
bir balıkçı kahrolup çok üzülmüştü
sürüklenen direğe sımsıkı bağlı
çünkü bir peri kızını görmüştü
gövdesini dondurmuştu soğuk okyanus
güzel gözleri tuzla buz
tutup kahverengi saçından
dalgaların okşadığı yosunlar gibi
Herperus’un acı hikayesi işte bu
o fırtına, kar, dev dalgalar ve su
Ulu Tanrım bizim gibi aciz kullarını
felaketten uzak tut, kederden koru
sade edebiyat, sayı 4, Güz 2015
Henry Wadsworth Longfellow (27 Şubat 1807 - 24 Mart 1882), ABD'li şair.
Yazarlığa ilk kez Amerikan İngilizcesi'ne tercüme ettiği Dante'nin
"İlahi Komedya" adlı eseri ile başlamış ve Fireside Poets (Şöminebaşı
Şairleri) adlı edebiyat akımına katılarak bu akımın beşinci üyesi
olmuştur. 1807 yılında Portland - Maine'de Stephen ve Zilpah ςiftinin
çocuğu olara dünyaya geldi ve bugün Wadsworth-Longfellow House olarak
bilinen evde büyüdü.
Babası bir avukattı. Anne tarafından dedesi Amerikan Bağımsızlık
Savaşı'nda bir generaldi. Longfellow'un Stephen (1805), Elizabeth
(1808), Anne (1810), Alexander (1814), Mary (1816), Ellen (1818) ve
Samuel (1819) adlarında yedi kardeşi vardı.
Henüz üç yaşındayken anaokulu seviyesinde bir okula yazdırıldı. Altı
yaşında Portland Academy'ye girdiğinde okuma ve yazmayı oldukça iyi
biliyordu. 14 yaşına kadar burada kalan Longfellow 1822'de Bowdoin
College'a girdi. Bowodin'de yaşamı boyunca dost kalacağı Nathaniel
Hawthorne ile tanıştı.
1825'te Bowdoin College'de (Bowdoin Yüksekokulu) öğretim üyeliği yapmaya
başladı. 1826-1829 yılları arasında Britanya, Fransa, Almanya,
Hollanda, İtalya ve İspanya'yı gezdi. Fransızca ders kitabı yazdı,
İtalyanca ve İspanyolca seyahat klavuzu hazırladı.
1836'da Haɾvaɾd Üniveɾsitesi'nde işe girdi. Gece Düşünceleɾi'ni (Voices
of the Night) 1839'da, Baladlar ve Diğeɾ Şiiɾleɾ'i (Ballads and Otheɾ
Poems) ise Demiɾci Köyü (The Village Blacksmith) ile beɾabeɾ 1841
yılında yayınladı.
1854 yılnda Haɾvaɾd'dan emekli oldu ve kendini tamamen edebiyata veɾdi.
24 Maɾt 1882 taɾihinde 5 gün boyunca kaɾın zaɾı iltihabı ile boğuşaɾak
hayatını kaybetti.
Cenazesi heɾ iki eşinin de gömülü olduğu Cambɾidge, Massachusetts'deki
Mount Aubuɾn mezaɾlığında defnedildi. 1884'de Londɾa'daki Westminsteɾ
Abbey'deki Şaiɾleɾ Köşesine ilk kez biɾ Ameɾikalının, onun heykeli
kondu.
Şiirin orijinali:
The Wreck of the Hesperus
It was the schooner Hesperus,
That sailed the wintry sea;
And the skipper had taken his little daughtèr,
To bear him company.
Blue were her eyes as the fairy-flax,
Her cheeks like the dawn of day,
And her bosom white as the hawthorn buds,
That ope in the month of May.
The skipper he stood beside the helm,
His pipe was in his mouth,
And he watched how the veering flaw did blow
The smoke now West, now South.
Then up and spake an old Sailòr,
Had sailed to the Spanish Main,
"I pray thee, put into yonder port,
For I fear a hurricane.
"Last night, the moon had a golden ring,
And to-night no moon we see!"
The skipper, he blew a whiff from his pipe,
And a scornful laugh laughed he.
Colder and louder blew the wind,
A gale from the Northeast,
The snow fell hissing in the brine,
And the billows frothed like yeast.
Down came the storm, and smote amain
The vessel in its strength;
She shuddered and paused, like a frighted steed,
Then leaped her cable's length.
"Come hither! come hither! my little daughtèr,
And do not tremble so;
For I can weather the roughest gale
That ever wind did blow."
He wrapped her warm in his seaman's coat
Against the stinging blast;
He cut a rope from a broken spar,
And bound her to the mast.
"O father! I hear the church-bells ring,
Oh say, what may it be?"
"'T is a fog-bell on a rock-bound coast!" —
And he steered for the open sea.
"O father! I hear the sound of guns,
Oh say, what may it be?"
"Some ship in distress, that cannot live
In such an angry sea!"
"O father! I see a gleaming light,
Oh say, what may it be?"
But the father answered never a word,
A frozen corpse was he.
Lashed to the helm, all stiff and stark,
With his face turned to the skies,
The lantern gleamed through the gleaming snow
On his fixed and glassy eyes.
Then the maiden clasped her hands and prayed
That savèd she might be;
And she thought of Christ, who stilled the wave
On the Lake of Galilee.
And fast through the midnight dark and drear,
Through the whistling sleet and snow,
Like a sheeted ghost, the vessel swept
Tow'rds the reef of Norman's Woe.
And ever the fitful gusts between
A sound came from the land;
It was the sound of the trampling surf
On the rocks and the hard sea-sand.
The breakers were right beneath her bows,
She drifted a dreary wreck,
And a whooping billow swept the crew
Like icicles from her deck.
She struck where the white and fleecy waves
Looked soft as carded wool,
But the cruel rocks, they gored her side
Like the horns of an angry bull.
Her rattling shrouds, all sheathed in ice,
With the masts went by the board;
Like a vessel of glass, she stove and sank,
Ho! ho! the breakers roared!
At daybreak, on the bleak sea-beach,
A fisherman stood aghast,
To see the form of a maiden fair,
Lashed close to a drifting mast.
The salt sea was frozen on her breast,
The salt tears in her eyes;
And he saw her hair, like the brown sea-weed,
On the billows fall and rise.
Such was the wreck of the Hesperus,
In the midnight and the snow!
Christ save us all from a death like this,
On the reef of Norman's Woe!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder