Manastır
yakınlarındaki Dobruševo köyünün mezarlığında bir mezar taşı var.
Üzerinde Petko Liskovski'nin 1910-12 arası Osmanlı ordusunda, 1914-15
arası Sırp ordusunda, 1916-18 arasında ise Bulgar ordusunda askerlik
yaptığı yazıyor. Savaşlardan sonra köyüne dönmüş Liskovski...
Buraya
50 km uzaklıktaki Staravina köyündeyse Petre ve Mitre adlarında iki
kardeş yaşamış. Bu iki kardeş I. Dünya Savaşı sırasında Sırplar
tarafından askere alınıp Avusturya cephesine gönderilmişler. Mitre
Arnavutluk seferine katıldıktan sonra Makedon Cephesi'ne kendi köyüne
çok yakın bir bölgeye sevk edilmiş. Petre ise Avusturyalılar tarafından
esir edilmiş ve Bulgar ordusunda savaşmak üzere Makedonya'ya geri
gönderilmiş. Belki de bölgeyi iyi bildiği için... Nihayetinde iki kardeş
birbirlerinden bir kaç yüz metre ötede rakip ordularda görev yapmışlar.
Sonra Mitre'nin alayı nasıl olduysa aralarında Petre'nin de bulunduğu
düşman birliğini sağ ele geçirmiş. Onlar da köylerine dönmüşler. Köy
aynı köy... Ama savaştan dönen adamlar değişmiş olduğu için köyün
anlamının değiştiğinden, bir duygu derinliğinin oluştuğundan
bahsedebiliriz.
11 Ekim 2022 Salı
Doğru bağları kurmamız üzerine
Yeni Birlik, 11 Ekim '22
Çoğumuz köyümüzden böyle çıkarılmadık ve belki çıplak ve yıllarca eziyet
çekmiş bir şekilde geri dönmediğimiz için ona yeterli değeri veremedik.
Bu yüzden anlam kazanamayan bir dünyadan veya zayıf anlamlarla örülü
bir insanlık dünyasından bahsedilebilir. Gelişmiş, zenginleşmiş
topluluklar için özellikle geçerli bu. Yahudiler de geçmişte sahip
oldukları temel kavramın “sağkalım” olmasını unutmuş durumdalar. Gerçek
bir duygusu, duygu derinliği bulunmayan, mütemadiyen sürüklenen geniş
bir insanlık dünyası oluştu. Eski insanların nefis terbiyesi, gerçek
zenginlik dedikleri şeyler de buharlaştı. Schopenhauer’in “aptal birinin
sersem bilincinde yansıyan tüm görkem ve hazlar, sefil bir
hapishanede Don Kişot’u yazan Cervantes’in bilinci karşısında çok
yoksuldurlar” derken kastettiği şey... On altı yıl hapiste gökyüzünü
görmemiş bir mahkûmun gökyüzünü tekrar görmesi gibi bir hissedişi bizler
reddedemeyiz.
Eugene Ionesco’nun ne sınırlı ne de sınırsız bir evren
tahayyül edememesine, düşünmeyi reddetmesine, yolun sonunda anlamsızlığa
ulaşmasına savaştan önce karşı çıkmayabilirdim. Ama işte savaşın,
esaretin ve yoksunluğun sonrasındaki o büyük hissedişi reddedemeyiz. O
halde insanlık özgürlüğün hakiki algılanışına, duygunun derinliğine
nasıl ulaşacak? Esarete düşmeden ulaşabilecek midir? En derinde veya
yolun sonunda ulaşılacak ilke, bir arkhe olan saygıyla nasıl doğru
bağları kuracak? Bunu hafife almamak gerekir. Yoksa hepimiz bugünlerde
yine bir dünya savaşı tehlikesi olduğunu biliyoruz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder