Kırmızılar, 21 Nisan '24
Bir cumartesi günü yeşil top meyveli maklora ağaçlarının altından Serdengeçti’nin mezarına yürüyorum. Gayet tenha bir Cebeci asri mezarlığında Cumhuriyet’in erken döneminin üç milli eğitim bakanı yan yana yatıyor. 35 yaşında ölen Mustafa Necati, 41 yaşında ölen Reşit Galip, 39 yaşında ölen Vasıf Çınar… Bu durumun mantığı şu... İlk Mustafa Necati defnedildiği için diğerleri de onun yanına konmuş.
Sahaflardan bulduğumuz 1938'e ait bir ilkokul diplomasının üzerinde “Kültür Bakanlığı” yazıyor. Bugün Kültür Bakanlığı'nın kendi internet sitesinde kuruluş tarihi 1971 olarak veriliyor. Hâlbuki 1935’te Maarif Vekaleti’nin adı Kültür Bakanlığı olarak değiştirilip 1940’ların başına kadar da adı Kültür Bakanlığı olarak kalmış.
Saat on ikide İlknur'la buluşuyorum. Fırsat buldukça yaptığımız gibi yirmi yıl önce okuduğumuz Cebeci kampüsüne gidiyoruz. Mülkiye'nin girişine piyano koyulmuş. Herhalde bizim zamanımızda Meray odasında bulunan piyano olmalı. 1996 yılında hazırlık sınıfından kamu yönetimi birinci sınıfa geçtiğimizde iki arkadaşla fakülteyi keşfetmeye çıkmıştık. Üst katta öğretim görevlilerine mahsus Meray Odası'nda bir piyano vardı ve piyanoyu test ediyorduk. Bize uzak köşeden birkaç dakikadır salonda olmamıza rağmen göremediğimiz birinin sesini işitmiştik.
"O piyanonun buraya nasıl geldiğini sadece ben bilirim”.
Sesin geldiği tarafa doğru yürümüş ve sırtı bize dönük koltukta oturan şişe dibi gözlüklü yaşlı adama, -Prof. Dr. Bülent Daver’miş- “nasıl gelmiş” diye sormuştum. Piyanoyu 30’larda okulun İstanbul'dan Ankara'ya taşındığını haber alan Adolf Hitler’in hediye ettiğini söylemişti.
Gençlerle kültür üzerine sohbet ediyoruz. Kültür emperyalizmine, boş magazin kültürüne itiraz ediyoruz diyorlar. Dizilerden yaka silkiyorlar. Mülkiye toplumcu eğitim veren bir ekol. Kimliği ve kültürü olan bir fakültede okumanın getirdiği bir bakış açısı var. Ama maalesef okulun geleneği zayıflıyor. Kızılçam gibi bazı ağaçların serotinik, yani uzun süre kapalı kalıp yangını bekleyen kozalakları var. Sıcak reçineyi eritiyor ve kısa bir süre sonra kozalaklar açılıp yanan ormanı yeniden teşkil ediyor. Kültürsüzlüğün kuşatmasına karşı belki de bizim umudumuz Aslı ve Süleyman olacak.
Buraya her geldiğimde ikinci kat koridorunu boydan boya kaplayan siyah beyaz fotoğrafları kaldığım yerden incelemeye devam ediyorum. Bazen hikayelerin içine girmeye çalışıyorum. İsmet İnönü ziyareti, Deniz Baykal, kokteyldeki cumhurbaşkanı, Mümtaz Soysal, 71 mezunları, uzun saçlı bir Mesut Yılmaz... Resimlerde anlaşılmayan bir sürü detay var. Bazı resimler bir şeyler saklıyor gibi. Bizim emekli devlet adamlarımızın neden otobiyografi yazmadığını bilen var mı? Tarihe, siyasal kültüre katkıda bulunmaları gerekmiyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder