4 Aralık 2020 Cuma

Fransa'nın tutumunu gözden geçirmesi gerekir

Anadolu Gençlik, Aralık '20

Geçmişte ırkçı hareketlerin ülkeleri sürüklediği büyük felaketleri göz önüne getirdiğimizde batılı devletlerin kendi güvenlik anlayışlarını gözden geçirmeleri hem de başka ülkelerdeki terör hareketlerini meşrulaştırma anlayışından vazgeçmeleri bugün bir aciliyet ifade ediyor. Şiddetin bütünüyle reddi, şiddetin kullanışsız olduğu anlayışına geçmeleri gerekiyor. Geçen yılın kasım ayında NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in Bild am Sonntag gazetesine verdiği demeçte söylediği gibi “hiçbir müttefik Türkiye kadar Suriyeli sığınmacı almadı. Türkiye 3,6 milyon Suriyeliyi alırken hiçbir NATO ülkesi Türkiye kadar terör saldırısı da yaşamadı". O halde batılı ülkelerinin Avrasya’daki güvenlik mimarisinde “kilit ülke” konumundaki Türkiye’ye yönelik terör hareketlerini kayırmaktan vazgeçmeleri bunun için de önemli. Dünyada genel olarak bir yönetim sorunu olduğunu hepimiz biliyoruz. Terör, açlık, sağlık hizmetinden faydalanamama, eğitim alamama gibi çetrefilli sorunlar dünya nüfusunun büyük kısmını tehdit ediyor. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan "Küresel İnsani Yardım" raporuna göre 2020 yılında yaklaşık 168 milyon kişi insani yardıma muhtaç halde. Ama bu sefalet küresel gündemimizde yok. Çocuk ölümleri, terör eylemleri yeterince önemsenmiyor. 

Gündemde olan dinî kaynaklı çatışmalara soğukkanlı çözümler üretilmesi gerekiyor. Bu soğukkanlılık bir ihtiyaçken geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı’nın yeni karikatür krizi üzerinden toplumsal uyumsuzluk ve çatışmaları tırmandırması üzüntü verici. Kendileri bu olayı uluslararası bir krize dönüştürmeye de muvaffak oldular. Fransa’nın dış politikası tartışmalı bir alan olagelmiştir. Son günlerde bu konu gündemde ilk sıralarda yer aldı. 28 Ekim’de Politico'da yer alan bir haber Fransa’nın dış politikasını yönlendiren ve “diplomatik hücre” olarak bilinen ofisin işleyişindeki sıkıntıları, geçimsizlik ve eşgüdümsüzlükleri araştırmak için harici danışmanlar tutulduğundan bahsediyordu. 

27 Ekim'de Fransa’nın eski içişleri bakanı Jean-Pierre Chevènement tarafından yapılan yakın geçmişte Fransa’nın Ortadoğu politikasında büyük hatalar yapıldığı açıklaması manidardı. Harici danışmanlar veya eski bakanlar yönetimin yaklaşımlarında değişiklikler yaratır mı bilemem. Ama kendi toplumsal yapılarındaki dinamikleri iyi analiz etmeleri gerektiği gibi geçmişte kötü tesirler bıraktıkları fakir coğrafyaların problemleriyle daha yakından ilgilenmeleri gerekli. Diplomaside çokça hatırlanması gereken şu sözü hatırlayalım. “Dünyanın en büyük problemi bir zamanlar küçük bir problemdi”. Sorunlar daha da büyümeden Macron’un, Merkel’in ve yeni ABD başkanının bu fakir coğrafyalar meselesine eğilmesi gerekecek. Ve küresel insani yardımlarda önceki yıl dünyada en fazla yardım yapan ülke olan Türkiye’nin yaklaşımlarını iyi okumaları lazım. 

Fransız İçişleri Bakanı Gerald Darmanin mecliste yaptığı konuşmasında, Fransa’da Bozkurtlar Hareketi olarak bilinen Ülkü Ocakları’nı kapatmak için harekete geçileceğini söyledi. Fransa’da yakın dönemde meydana gelen belli başlı terör ve saldırı eylemlerine bakalım. 11-19 Mart 2012'de Cezayir asıllı Muhammed Merah, Fransa'nın Toulouse ve Montauban şehirlerinde gerçekleştirdiği farklı saldırılarda toplam sekiz kişiyi öldürmüştü. Merah’ın bu saldırıyı İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği çocuk katliamlarına karşı intikam amacıyla yaptığı söylendi. Farklı bir görüşe göre Merah bir istihbaratçıydı. 

7 Ocak 2015’te Cezayir asıllı Said ve Cherif Kouachi kardeşlerin karikatür-mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'teki ofisine yaptığı saldırıda 11 kişi öldü. Saldırganların Arap Yarımadası el-Kaidesi’ne üye oldukları ifade edildi. 

İki gün sonra 9 Ocak 2015’te Kouachi kardeşlerle bağlantılı olan Mali asıllı Amedi Coulibaly Porte de Vincennes’teki “Hyper Cacher” adlı koşer marketine saldırarak dört kişiyi öldürdü. 

13 Kasım 2015'te St Denis’deki Stade de France’ın dışındaki saldırıyla başlayan Paris'in çeşitli yerlerinde bulunan restoranlara ve 11. bölgedeki “Eagles of Death Metal” grubunun konserine ev sahipliği yapan Bataclan salonuna saldırılar yapıldı. Bataclan tiyatrosunda en az 90, diğer altı bölgede yapılan saldırılarda ise 40 kişi hayatını kaybetti. IŞİD’in üstlendiği saldırıları üçer kişilik üç ayrı grup tarafından gerçekleştirildiği öne sürüldü.

14 Temmuz 2016’da Fransa’nın Nice kentinde Bastille Günü kutlamalarının yapıldığı sırada Tunus asıllı Fransız vatandaşı Mohamed Lahouaiej-Bouhlel’in kullandığı Renault Midlum model kamyonu kalabalığın içine sürerek yaptığı saldırıda 87 kişi öldü. 

23 Mart 2018’de Fransa'nın güney batısındaki Trebes kasabasında Fas asıllı Redouane Lakdim’in bir süpermarkete yaptığı saldırıda 4 kişi hayatını kaybetti. Lakdim’in Kasım 2015 saldırılarının hayatta kalan tek faili Salah Abdeslam'ın serbest bırakılmasını talep ettiği ifade edildi. 

Ve 16 Ekim 2020’de Paris’e yakın Conflans Sainte-Honorine’de Çeçen asıllı Abdoullakh Anzorov 47 yaşındaki tarih öğretmeni Samuel Paty’nin başını kesti. 

Bu saldırıları gerçekleştiren kimselerle Ülkücülerin veya çoğu Müslüman grupların hiçbir bağlantısı yok. Hedefteki Müslümanların nüfusu Fransız ülkesinin yüzde onunu teşkil ediyor. 

İçişleri bakanının bu yanlış tutumunu paylaşan başbakan Jean Castex önceki gün TF1 televizyonunda katıldığı programda otoriter bir döneme girileceğine dair işaretler verdi. Yaşananların ideolojik bir kavga olduğunu, bu ideolojik savaşı kazanmaları gerektiğini söyledi. 

Castex, uzun yıllardır radikal İslamcılığa verilen tavizlerin kabul edilemez olduğunu söylerken bu savaşı kazanmanın yolunun ulusal temeldeki kaynaşma ya da toplumun Fransa’nın kökleriyle, kimliğiyle, Cumhuriyet’le, özgürlüklerimizle gurur duymasıdır diyor. 

Sayın başbakan Fransız hukukî sisteminin, sosyal ağlardaki nefrete karşı koymak için güçlendirilmesini öneriyor ve “paravan dernekler, gizli okullar oluşturuyorlar, sosyal ağları kullanıyorlar, kötülüğün kökenine vurmalıyız, tüm bunlar stratejimizin merkezinde yer alıyor” diyor. 

Türkçeye çevrilen “Kimlik Yanılsaması” kitabını bildiğimiz siyaset sosyolojisi profesörü Jean-François Bayart, Le Monde gazetesindeki makalesinde bu gelişmeleri 1940’ların sonu 1950’lerin başında ABD’de yaşananlara benzeterek bizzat devlet yönetiminde ve ulusal medyada bir Cumhuriyetçi McCarthyciliğin ortaya çıktığını söylüyor. 

Bu arada Politico Europe, saygın bir akademisyen olan Farhad Khosrokhavar'ın Fransız yönetiminin sekülerizm anlayışını eleştiren makalesini önce yayınlayıp sonra internet sitesinden kaldırdı. Khosrokhavar makalesinde Fransa'daki seküler azınlığın İslam karşıtlığının ülkeyi kısır döngüye sürüklediğini, laikliğin bir zümrenin baskı aracına dönüştüğünü ve adeta sivil bir din haline geldiğini, -belki de en önemlisi- ötekileştirilen bir azınlığın radikalliğe sürüklenmesinin amaçlandığını yazmıştı. 

Makalenin yayından kaldırılması aslında ifade özürlüğüne ne kadar önem verildiğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Yayından kaldırılma olayına eleştiri getiren CNRS’den (Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi) siyaset bilimci François Burgat gazete yönetiminin Fransa cumhuriyetçilerinin baskısına boyun eğdiğini öne sürdü. 

Fransız yönetiminin açıklamaları tarihî okumaları dikkate almayan, Fransa’da ciddi bir kırılma meydana getirecek, toplumsal barışı kökten zedeleyecek bir idarî tutuma işaret ediyor. Başbakan Castex’in hayal ettiği ulusal kaynaşmanın bu polis devleti yöntemleriyle sağlanması mümkün değil. 

Fransa’nın bu ayki gündemi işte bunlar. Macron’un yeni Charlie Hebdo krizini ele alışındaki beceriksizliği gerilimi işte böyle tırmandırdı. Hâlbuki o da Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun yeni karikatür kriziyle ilgili açıklamalarına benzer şeyler söyleyebilirdi. Trudeau da her zaman ifade özgürlüğünü savunduğunu söylüyor. Ancak bir ilavede bulunuyor: “İfade özgürlüğü sınırsız değil, mesela kalabalık bir sinema salonunda yangın var diye bağırmaya hakkımız yoktur. Başkalarına saygılı davranmak ve bir toplumu ve gezegeni paylaştığımız kişileri keyfi veya gereksiz yere incitmemek zorundayız”.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder