Yeni Birlik, 27 Mart ve 12 Nisan '23
Bizler kültürümüze sahip çıkmadığımız için başımıza acayip işler gelmektedir. 16. Yüzyıl'da lale Osmanlı kültürünün önemli bir parçası olmuştur. Laleler Osmanlı saray ve köşklerinin bahçelerini süslerken lale motifli çiniler de camileri süslemiştir. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nun İstanbul'a gönderdiği büyükelçi vasıtasıyla bizden Avrupa'ya geçen lale Hollanda'nın sembolü haline gelmiştir. Sonuçta Hollanda her yıl laleden 1 milyar Euro kazanmaktadır, Hollanda'da ve Kanada'da her yıl lale festivali yapılmaktadır.
İstanbul bizim kültürümüzün mihenk taşı olduğu gibi, Osmanlı sarayı da hem bizim yurdumuza, hem de diğer ülkelere kültür ihraç edilen bir merkez olmuştur. Osmanlı mutfağı da böyle bir mahiyettedir. İsveç devletinin resmi twitter hesabından İsveç köftesi "köttbullar"ın aslında Kral XII. Karl'ın 18. Yüzyıl'ın başlarında Türklerden aldığı bir tarife dayandığı paylaşılmıştır. Ancak bizim Stockholm mutfağını konu edinen, İsveç köftesini anlatan gezi programcılarımız bundan bihaberdir.
Köklerin ve asli manaların ıskalandığı bir dönemdeyiz. Fulya fetih çiçeğidir. Bu çiçek Otranto (Pulya, Puglia) Seferi'nde Gedik Ahmet Paşa tarafından bir alamet olarak İstanbul'a gönderilmiştir. Neriman adı "nur-u iman"dan gelmektedir. Bunlar unutulmuştur. Bu isimlere sahip dostlarınıza anlatınız.
Stockholm'deki kırmızı Ribbinska Huset binasının solundaki sarı ve sağındaki yeşil binalarla nasıl bir görüntü verdiğine bakınız. Şehir merkezlerinde bir dizi binanın bu şekilde bir tasarımdan geçirilmesi çok mu zordur? Ahenk ve estetik en fazla ihmal edilen mevzudur. Bir kafe işletilecekse ononluk misaller, Şeker Ahmet Paşa Çay Salonu gibi yerler örnek alınmalıdır, izbe yerler değil. Çeşitli vilayetlerde, beldelerde neyi model aldığı belli olmayan ucube heykeller yaparak bir iş yaptığımızı sanıyoruz. Üzüm, kabak, çaydanlık, köfte, kavun, karpuz, bazlama heykellerinden gına gelmiştir. Bu yanlışlıklar heykellerle de sınırlı değildir. Bütçeler heba edilmektedir, çoğu belediyemiz kültür bahsinde sınıfta kalmaktadır. Mahalli etkinliklerin bir kısmı ehliyetsiz kimseler tarafından yürütülmektedir. Kültür işlerinde görevli kimselerin başarılı olmuş belediyeleri etüt etmeleri gerekir. Misalen Resül Narin'in Sakarya'da yaptığı işler incelenmelidir.
Dergi, kitap benzeri yayınlarının bazıları nitelik sahibi olmaktan uzaktır. Önceki yıllarda “İbrahim Hakkı Konyalı’nın Kayıp Arşivinden İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri” adıyla basılan kitapta yer alan yüz yedi cami, mektep, hamam ve kütüphaneden altmışına ait bilgilerin hatalı olduğu ortaya çıkmıştır. Aynı büyükşehir belediyesi başka partiye geçtiğinde bir bağış kampanyası yapılmış, belediyenin bastığı kitaplar ilk sayfalarda yer alan önceki dönem belediye başkanının fotoğrafı yırtılarak dağıtılmıştır. Bu nasıl bir anlayıştır?
Klasik Türk Müziği'nin sahip çıkanı kalmamıştır. 1995'ten beri verilen Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülleri'nde Klasik Türk Müziği'nin sanatçı ve bestekarlarından sadece üç kişiye ödül verilmiştir. Bu defa Mustafa Sağyaşar, Bilge Özgen, Zekai Tunca gibi isimler düşünülmelidir. Ödülün kategorileri tuhaftır. Sosyal bilimler başlığında kültür ödülü verilmiştir, bu yanlıştır. Bilim ödülleri ayrı olmalıdır. 2018'de Mehmet Akif Ersoy, 2021'de Kemal Tahir, 2022'de Aşık Veysel vefa ödülü almıştır. Bu da doğru bir iş değildir. Vefat etmiş kimselere ödül verilmemelidir.
Ödüllerden bahsetmişken geçenlerde Ayrancı antika pazarında Türkiye'nin ilk haber spikerlerinden Aytaç Kardüz'ün ödüllerinin biner liradan satıldığına şahit oldum. Hey Televizyon Oskarları 1976 Yılın Haber Spikeri ödülü, Tele Magazin 1980 Yılın Kadın Spikeri ödülü... Yalan dünya işte böyle bir yerdir.
Yaşadığımız büyük afette çok büyük kayıplar verdik. Allahü teâlâdan ölmüşlerimize rahmet dilerim. Bu afette çalışmalarına aşina olduğumuz Ahmet Doğan İlbey ve Recep Şükrü Güngör de vefat etti. Rahmetli İlbey "davası ve ülküsü olan bir insan modeli oluşturulamadı" diyordu. Yazıları tekrardan okunmalıdır.
Rahmetli Recep Şükrü Güngör'ü Mustafa Pınarbaşı'nın ardından yazdığı yazıyla daha sonra da Kayıp Ruhlar Kıraathanesi ile tanımıştım. Ülkemiz pek kıymetli bir evladını kaybetmiştir. Geçtiğimiz günlerde Senirkentli yazar Murat Yüksel de vefat etti. Trabzonlu Şair İsmail Safa (1989), Trabzonlu Muallim İbrahim Cûdî (1989), Trabzon’da Türk ve İslâm Eserleri - Kitabeler - 5 Cilt (1990-2000), Geçmişten Günümüze Trabzon Şairleri - 3 Cilt (1993), Trabzon Sülüklü Şehir Mezarlığındaki Tarihî Şahsiyetler ve Kitabeler (1998), Trabzon Akyazı Kitabeleri (2004), Trabzon Köprübaşı Kitabeleri (2004), Akçaabat’ta Türk-İslâm Eserleri ve Kitabeler (2005) gibi eserleriyle Trabzon kültürüne büyük hizmet vermiştir. İsmi Trabzon şehrinde bir caddeye verilmelidir.
Ankara'da bir toplantı için otellerle görüşme yapıyorduk. Otel yöneticisi Venedik'teki Palazzo Ducale'den aynen kopyalanmış yonca haçlı bina cephesini göstererek "mimarimiz Osmanlı ve Selçuklu mimarisinden esinlenmiştir" demişti. Türkiye'nin en büyük inşaat firmalarından biri de on yıl önce yaptığı rezidans için büyük gazetelere tam sayfa "dünyada bir ilk, dans mimariyle buluştu" başlıklı ilanı vermişti. Halbuki 1996'da tamamlanmış Tančící dům bizimkinin aksine dansla mimariyi buluşturmayı başarmış bir binadır.
Bugün memleketimizde Esertepe Yeni Cami gibi tuhaf yapılar inşa edilmektedir. Yeni cami yapacak kimseler Derinkuyu Park Camii ve Şakirin Camii gibi başarılı emsalleri de iyi etüt etmelidir. Hakkı Atamulu bey de, Hüsrev Tayla bey de vefat etmiştir. Bu gibi mimarların sağlıklarında kıymetleri bilinmelidir efendim.
Anadolu’nun köy ve kasabalarında bulunan Boğaziçi Kasabası Eski Camii, Belenardıç Cami, İmerit Cami, İlyakut Camii gibi kayıp inceliğimizin temsilcisi camiler örnek alınmalıdır. Bu yapılar bugün bozulmaya yüz tutmuş taşranın eski insaniyetini, hakikate sadakatini, kutlu sadasını temsil etmektedirler. Bu değerli eserlerimiz ve Anadolu’daki bezemeci üsluplarla ilgili esaslı tasnifler yapılması, bu üslupların uluslararası düzeyde tanıtılması gerekir.
Eskiden Doğu ve Batı arasında bir kimlik sorunu yaşadığımız söylenirdi. Aslında Doğu'nun da Batı'nın da ne olduğunu bilmekten giderek uzaklaşmışızdır. Kimliğimize ait unsurlara yabancılaşmızdır. Yakın bir zamanda bazı mühim mevki sahiplerinin Ankara'yı ziyaret eden Azerbaycan heyetine hello, welcome şeklinde hitap etmesine şahit olmuşuzdur.
Tayyip bey, İlham Aliyev'e sosyal medyadan "Gardaşım Togg’unu teslim aldı. Hanenize hayırlı olsun" mesajı gönderiyor. İlham bey de teşekkür edirem, aziz gardaşım şeklinde cevap veriyor. Bu çok hoş bir şeydir. Gönül bağımız olan bütün coğrafyalarda dil sentezleri üzerinde çalışılmalıdır. Kültür alanında büyük terkipler geliştirilmelidir.
Gençlerimiz kendi kültürümüzü iyi öğrenmelidir. Ayrıca yabancı bir ülkenin tarihini, kültürünü ve dilini de öğrenmelidir. Kültüre zarar veren şey yabancı kültürleri tanımak veya yabancı dil öğrenmek değildir. Tam aksine farklı kültürleri tanımayı başarabilen kimseler kendi kültürlerine daha fazla sahip çıkmaktadır. Oktay Sinanoğlu bey uzun yıllar yurtdışında yaşamış ve dönüp milli kültür üzerine çalışmıştır. Onun gibi hayatının önemli bir bölümünü yurtdışında geçiren ve Amerikan kültürünü çok iyi bilen Aziz Sancar bey de kazandığı para ödüllerinin büyük bir kısmını Kuzey Karolina’da kültürümüzü tanıtma işlerine harcamıştır. Bu seviyede ilim adamlarının çalışma tarzlarını, düşünme şekillerini iyi etüt etmemiz gerekir. Kültür şuuruna sahip olmanın her ikisinin bilim alanındaki başarılarında etkili olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Meselemiz gençlerimize bunu anlatabilmektir.
Özenti işlerle bir yere varmak mümkün değildir. Taklitle bir yere varmak mümkün değildir. İyi ki dünyadaki binaların hepsi aynı stilde değil, iyi ki yollarda sadece Ford’un arabaları dolaşmıyor. Farklı olmak zorundayız. Şehirlerimizi yeni baştan ilmek ilmek dokumamız, toprağımızı çiçeklerle, güllerle süslememiz gerekmektedir. Çocuklarımızı iyiliklerle, güzelliklerle, görgüyle donatmamız gerekiyor. Aksi halde geleceğimiz karanlıklardadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder