i
garip bir havanın çağırdığı
fısıldayışta
altı
rutubetli günde
işte siste dolaşanlar
sırların bürüdüğü bir alemde
gördüm her şeyi bırakıp
kaçanları
hepsi gri üniformalardı
düğmeleri parlak
sıcak yünden örülmüş
ansızın kaybolan izlerde
sarhoş, bitkin, yorulmuş
insanlar hayatı anacak
ben gökyüzünü merak ediyordum – kuşları
şarkıları duyuluyor
mabedimiz işte böyle yükseldi yasa
bugün beyazlar saçan küçük mumlar dikildi
erir mumlar – gözlerinde bu güzel günlerin en güzeli
bin bir gece onları görmek için bekledi
ilk önce en küçüğü şöyle bir sendeledi
ve yıldızlar tek tek okyanusa düştüler
sabah sen dönene dek
suda üşümüştüler
artık ölüymüş kuşlar
akıl üç kuruşa satılırken deliliği seçmişler
saray onları beklerken
kırıntılara üşüşmüşler
ii
mezarına toprak yapmamış yapan
ben bir avuç gök döktüm köküne
gün gelir de büyür diye
bütün putları kırmalıydım
her yerde kaybedip
sende bulduğum izi
saydırmalıydım mevsimlerimizi
taşlara kazınan yazılara
ve sevda dilenmeliydi sevgililer
bu toprağa ağlayanlardan
işte bu toprak için
söylesem ki benim ben
söylesem ki esaretidir soyluluğun saraylar
öyle büyüktür aşkın
uğraştım derin kazdım
ama sığdıramadım
artık sen taştın benden
yakılsın – yakılsın mumlar
karanlığa dökülsün bütün gözyaşları
yasa kızıla boya bu elmayı
şimdi boya kızıla bu elmayı
üslup, nisan ve haziran 2011
Kızım Fethiye Fulya'ya...
deniz alabildiğince maviydi
şehrin müsaade ettiği aralıklardan
onu ayıklamak istemiştim karartılardan
ansızın gri bulutlarla kaplandı göğü
korku yok açıldık biz limandan
ben italya'yı ele geçirmek istemiştim
doğu sahilindeki çakıl taşlarını toplamak için
parlak pürüzsüz yüzleriyle akdeniz'de yıllanmıştılar
böylece her şey başa dönmüştü
ben bir askerim
zenta'da veya başka bir memlekette
yattığım yerde
yağmur yağdığında
ekinler gibi mutlu olacağım
bilmiyorum, belki bir gün
topraktan fışkıracağım
taşlara
deniz kabuklarına
ve de 20. yüzyıla
mezara indirdiğim birisinin
ve fethin sembolü o çiçeklerin adına
fortuna favet fortibus fethiye fulya
dergâh, haziran 2013
İyilik yapma günü
bir ekrem amca vardı memleketim akçaabat'ta
güzel bir söz duydu mu, defterine yazan
yollar böyle asfalt değildi o zaman
topraktı, daracıktı, gidilmezdi bu adam
akide şekeri taşırdı yanında
yoncalar toplardı kuzular acıktığında
geçmişini anardı
yaşlı anacığını
derdi ki
fakirlik vardı eskiden
odaları soğuk iken
anacığı örgü yapar satarmış
böyle bakarmış ona
onun için güzeldi
uzak bir minarede okunsa da ezan
Allah derdi, şükrederdi
gittiği günden beri ekrem amcayı özlerim
caminin avlusunda
başını öne eğen
alnı secdeye değen
insanları beklerim
üslup, ekim 2011
topraktı, daracıktı, gidilmezdi bu adam
akide şekeri taşırdı yanında
yoncalar toplardı kuzular acıktığında
geçmişini anardı
yaşlı anacığını
derdi ki
fakirlik vardı eskiden
odaları soğuk iken
anacığı örgü yapar satarmış
böyle bakarmış ona
onun için güzeldi
uzak bir minarede okunsa da ezan
Allah derdi, şükrederdi
gittiği günden beri ekrem amcayı özlerim
caminin avlusunda
başını öne eğen
alnı secdeye değen
insanları beklerim
üslup, ekim 2011
Sislerin ve seslerin ülkesi
"kaybetmek nasıl bir şey" dedi adam
savaşın bitmesine sevinen
yalnız biz olmamalıyız
yolun iki kenarında da gülen insanlar var
kasabanın gençleri barda bira içiyor
saatler işlediğinde
fabrikalara gidiyor bazıları
tarlada çalışan kadınlar da
güzel çocuklar büyütmek istiyor
hayat buralardan işte böyle geçiyor
rıhtımı gözetliyordum sabahta
perdeyi açtım
saydım yoktu başka gün
bir başka gün
söylenecek sözler vardı
lermontov'un düellosuydu
puşkin'in
sakin bir törendi bittiğinde
perdeleri açtım pencerelerden
anladım dizelerinden
bir şair vurulmuştu
ada dergisi, güz 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder