Apollinaire’in şu şiiri... Ahmet Necdet çevirisiyle:
Mirabeau Köprüsü’nün altından Seine akar
Ve bizim aşklarımız
Hatırlamama ne gerek var
Hüznün yolu daima bir sevince çıkar
Yaygın bir hikayeye göre 1880’lerin sonunda Seine nehrinden Louvre yakınlarında bir kadın cesedi çıkarılmıştı. Cesedi Paris morguna kaldırdılar. Kimliği teşhis edilemeyen ölü kadının yüz maskesi çıkarıldı. Maske takip eden yıllarda “Seine’in bilinmeyeni” adıyla çoğaltılıp evlerde bir süs eşyası haline dönüştü. Bir süs eşyası. Bağlamından koparılmışlık… Hah! Tam da buydu. Modernizm kadar bağlamından koparılmış bir şey az bulunur doğrusu. Üzücü olan ise 2015 yılının mesela 1995’e göre bu kopmuşluktan daha ilkel bir durumu ifade etmesi. Biz hayatın ve her şeyin ne kadar değerli olduğunu tamamen unuttuk.
Geçen sonbaharda Pere Lachaise mezarlığını gezmiştim. Beş yaşında ölen Adelaide 1804’te buraya ilk gömülen kişiymiş. Bu mezar artık mevcut değil. Yönetim sahip çıkılmayan mezarları bir süre sonra boşaltıp kemikleri bir yerde topladıktan sonra yakıyormuş. Halbuki bir zamanlar henüz mezarlık yeniyken buraya gömülenlerin sayısını arttırmak için epey gayret gösterilmiş. La Fontaine ve Moliere’in naaşları bu amaçla buraya getirilmiş. Ama ya şimdi? Mezarından bile kovuyorlar adamı.
Balzac ve Nerval’ın mezarları karşı karşıyaydı. İkisinde de çok önceden bırakıldığı belli, kurumuş çiçekler vardı. Garip değil mi? Bilmiyorum, ben garipsedim. Bugünün meşhurları kim? Bu çağı Kim Kardashian temsil ediyor. Erivan’daki sözde soykırım anıtını ziyaret etmesine anlam yükleniyor. Starlarla ilgili örnekleri göz önüne alırsak Kardashian siyasi bir lidere de dönüşebilir. Bağlamından koparılmışlıkla ilgili asıl sıkıntı da burada. Görsel olanın düşünceye galip gelmesi. Köşe yazılarının yerini Instagram’daki bencil fotoğraflara bırakması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder